Zonguldak’ta ne zamandır torpil iddialarını dile getiriyoruz.
Özellikle İl Özel İdare bünyesine alınan 30 işçi ile ilgili torpil iddialarını, elimizdeki listenin hayatın doğal akışına aykırı olduğunu dile getirdik.
Gel gelelim ki, yine söylediğimizle kaldık.
Yine atı alan Üsküdar’ı geçti, yine mazlumun evladı geride kaldı.
Bakın hayatımızın her döneminde, haksızlıklarla karşılaşabiliriz.
Kimi zaman bu haksızlıklar bize yönelik olur, kimi zaman ise etrafımızda gerçekleşir.
Haksızlığa uğrayan, haksızlığa göz yuman ya da haksızlığı yapan olmak, insanın hayatında farklı sınavlar ortaya çıkarır.
Ancak her üç durumda da sabretmek, ilahi adaletin bir parçasıdır.
Allah’ın adaleti şaşmaz; er ya da geç her şey yerini bulur.
Öncelikle haksızlığa uğrayan kişiler açısından durumu ele alalım.
Haksızlığa uğramak, insanda derin bir acı ve hayal kırıklığı yaratabilir.
İnsanlar, kendilerine yapılan adaletsizlikler karşısında çoğu zaman hemen adaletin sağlanmasını arzu eder.
Ancak bu, her zaman gerçekleşmeyebilir.
Sabretmek bu noktada devreye girer.
Sabır, yalnızca beklemek değil; aynı zamanda mücadele etmeyi, sebat göstermeyi ve umut etmeyi de içerir.
Kuran-ı Kerim’de de sıkça vurgulanan bu erdem, aslında insanın ruhsal olgunluğunu ve Allah’a olan inancını pekiştiren bir süreçtir.
Allah’ın adaletinin şaşmaz olduğu inancı, kişinin iç huzurunu korumasına ve yaşadığı haksızlıklar karşısında yılmamasına yardımcı olur.
Diğer yandan haksızlığa göz yumanlar, belki de en tehlikeli grubu oluşturur.
Toplumda haksızlıklar karşısında sessiz kalan bireyler, aslında bu adaletsizliklerin yayılmasına katkı sağlarlar.
Oysa ki İslam, zulmü ve haksızlığı sadece yapmayı değil, bunlara sessiz kalmayı da yasaklar.
Bir haksızlığa şahit olunduğunda, adaleti savunmak ve doğruyu söylemek her Müslüman’ın görevidir.
Ancak yine de, sessiz kalanlar için de ilahi adalet tecelli eder.
Allah’ın adaleti, sadece haksızlık yapanı değil, ona göz yumanı da kapsar.
Bu yüzden sabır ve mücadele, yalnızca kişisel bir erdem değil, toplumsal bir sorumluluktur.
Haksızlığı yapan kişilere gelince, belki de onlar için en zor sabır, içsel muhasebe sürecidir.
Haksızlık yapanlar, kısa vadede kazandıklarını düşünebilirler.
Ancak Allah’ın adaleti, dünyadaki her şeyi görüp işlediği için, bu kazançlar geçici ve yüzeysel olacaktır.
Haksızlık yapan kişilerin de sabırla bu gerçeği fark etmeleri ve yanlışlarından dönmeleri gerekir.
Zira dünya hayatı geçicidir ve ilahi adalet eninde sonunda tecelli edecektir.
Bizi arayarak, “Ne olacak bize yapılan haksızlık?” diye soran işçi adayı kardeşlerime sesleniyorum.
Öyle bir durumdayız ki artık tek dayanağımız ilahi adalet.
Sabredin ve bekleyin!
MEDYA MAYMUNLARI!
İnsanda arlanma, utanma ve haysiyet olmayınca kendi söyledikleri yalanlara da inanırmış.
Medyada da öyle isimler var gerçekten öyle.
Konuları bilmesek biz bile inanacağız.
İnsanoğlunun en büyük yanılgılarından biri, bir kişiyi kandırdığı zaman bunu bir başarı sanmasıdır.
Birini kandırmak, bazılarına zeka göstergesi olarak görülebilir.
Ancak burada asıl tehlikeli olan, bu kişilerin zamanla herkesi kandırabileceklerine inanmalarıdır.
Bu yanılgı, onları ahlaki bir çöküntüye ve toplum içinde büyük bir güvensizliğe sürükler.
Öylede oluyor.
Bunların Zonguldak’ta bir güvenirliği kalmadı.
Gerçek şu ki, kimse uzun süre yalanlarla ayakta kalamaz, çünkü insanlar aptal değildir ve her yalan bir gün ortaya çıkar.
Toplumda bazı insanlar, diğerlerini manipüle ederek ya da onların iyi niyetlerini suiistimal ederek avantaj elde etmeye çalışırlar.
Bu kişiler, kısa vadede başarılı olduklarını düşünebilirler.
Ancak, uzun vadede inşa ettikleri her şeyin temeli yalandan ibarettir.
Bu temelsiz yapı, ilk sarsıntıda çökmeye mahkumdur.
Başkalarını kandırarak elde edilen kazançlar kalıcı olmaz; aksine, bu kandırmacalar kişinin güvenilirliğini ve itibarını tüketir.
Kandırmanın bir diğer tehlikeli yanı, kişinin kendi gerçekliğini de çarpıtmasıdır.
Bir insan sürekli yalan söylediğinde, bir süre sonra kendi yalanlarına inanmaya başlar.
Gerçeklik ile bağlarını koparır ve bu durum, daha büyük hataların kapısını aralar.
Kandıran kişi, sürekli olarak yalanlarını örtbas etmek için daha fazla yalan söylemek zorunda kalır ve bu yalanlar bir kar topu gibi büyüyerek kontrol edilemez hale gelir.
Şunu unutmamak gerekir: Kimse aklıyla alay edilmesine müsaade etmez.
İnsanlar, ne kadar sessiz görünseler de her şeyi gözlemlerler, analiz ederler ve en doğru zamanda gerçeği ortaya çıkarırlar.
Birini kandırmak belki anlık bir tatmin sağlayabilir, ancak topluma, çevreye ve kendine duyulan güveni zedeler.
Bizler, Sultanahmet’te gezen turist değiliz; yılların birikimiyle çevremizde olup bitenleri görebilecek, anlayabilecek bir tecrübeye sahibiz. ,
Aklımızla alay edilmesine izin vermeyiz, çünkü herkesin bir sınırı vardır.
Bir de işin toplumsal boyutu var.
Toplumda güven bir kere sarsıldığında, bunu yeniden inşa etmek neredeyse imkansızdır.
İnsanlar bir kişiye ya da kuruma olan güvenlerini kaybettiklerinde, bu durum sadece o kişi ya da kurum için değil, tüm toplumsal yapının zarar görmesine yol açar.
Toplumsal ilişkiler, karşılıklı güvene dayanır.
Bu güveni sarsan her yalan, bir daha tamir edilemeyecek yaralar açar.
Bu yüzden bugünlerde algı yapan medya kuruluşları zamanında tarihin tozlu sayfasına gömüldüyse bugünde gömülecektir.
Ne diyordu Sertaç Ortaç “Binlerce dansöz var”
Bunlar bu yalanlarla dansöz değil, pavyondaki konsomatris bile olamaz.
Ne diyelim çarşıları pazar olsun.
Allah herkesin kalbine göre versin...