TARİHİN ilk dönemlerinden itibaren insanların birlikte yaşamasının tabii sonucu olarak Siyaset müessesesi ortaya çıkmış ve topluluğun daha müreffeh ve bir kaide içerisinde yaşaması için iktidar mücadelesi yapmış, yönetim mekanizmasına geldiğinde kendi doğruları üzerinden idari yapıları oluşturarak toplumu yönetmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu sırasında kurucu idarenin en önemli argümanı; Osmanlı Padişahlarının Ülke çıkarlarına ters düşen kararlar aldıkları, bir hanedanın ülkeyi yönettiği ve halkın yönetim mekanizmasında hiç bir şekilde söz sahibi olmadığı, dolayısı ike kötü bir yönetimin varolduğunu ve artık ülkenin çoğulcu bir sistemle iyi bir şekilde yönetileceği savı idi…
Evet genç Cumhuriyetin kurucuları Fransız İhtilali ile birlikte varlığı ciddi anlamda sorgulanan çok uluslu imparatorluklar yerine Millliyet kökenine dayanan Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuşlardır. İlk Meclisin kötünün yerine iyi ve halkın beklentilerine uygun uygulamaları kısa sürede sonlandırılmış ve ikinci Meclis ve özellikle 1928 den sonraki süreçte 1950 yılına kadar sürecek bir tek adam ve tek parti yönetimi sergilenmiştir. Yani genç Cumhuriyetin kurucuları, Kötü olandan kurtarmak istediği halka yeni bir kötüyü dayatmıştır. 1950 yılında Cumhuriyet Halk Partisi içerisinden çıkmasına rağmen, mevcudun halk üzerinde oluşturduğu olumsuzluktan faydalanarak iktidar olan Demokrat Parti, Türkçe olan ezanı aslına çevirdiği için uzun süre iktidarda kaldı. Halbuki bu kadronun da Türkiye’nin ve Halkın iyi adına beklentilerini karşıladığını söyleyemeyiz. 60 ihtilali ile birlikte Türkiye kuruluş felsefesinden tamamen uzaklaşmış ve ülke kendi değerlerine dönme iradesine karşı, her 10 yılda darbe yapılan bir ülke konumuna getirilmiştir. 28 Şubat 1997 yılı Türkiye’deki son darbe olmuştur.
2003 yılında AK Parti  kadrosu, 80 yıllık Cumhuriyet döneminde yönetim mekanizmalarının ve uygulanan İdari  ve yasal sistemlerin halkın beklentilerinden uzak ve en önemlisi “ KÖTÜ” olduğunu bu yapıların yerine “ İYİ”nin ikame edileceğini ifade ederek iktidara gelmiştir
2020 yılına kadar ülkeyi yöneten bu kadro kendi telakkisine uygun olarak Kötü olan ile mücadele etmiştir. Bu kapsamda halkın değerleri ile çatışan uygulamalar ortadan kaldırılmış, yasal düzenlemelerde değişikliğe gidilmiş ve halkta iyiye ilişkin bir beklenti oluşması sağlanmıştır. Lakin bir geleneğin devamı olmayan ve konjonktürel hareket eden iktidar partisi. Bir dönem Avrupa Birliğinin normlarını iyi olarak halka sunmuş. Başka bir zeminde Siyasal  İslamın değerlerini ön plana çıkarmıştır. 2010 yılından sonra demokratik açılımda yaşanılan hayal kırıklığı ve devlet içerisinde yapılanan fetö yapılanmasının ülkede ürettiği fitne hareketi neticesinde iktidar, Milliyetçi ve içe kapanık bir yönetim anlayışını benimsemiştir. Son merhalede yönetim mekanizmasının iyi önermesi; “Devletin Bekası” anlayışına kadar indirgenmiştir.
Buradan çıkarmamız gereken ders: Kötüyü tanımlamak ve onunla mücadele etmek çok zor değil, zor olan bir İyi tanımlamak ve onu oluşturacak bilgi, birikim ve kadroyu oluşturmaktır. AK Parti iktidarının maalesef iyiye yönelik adımları, deneme-yanılma yöntemine göre ve oluşan gündeme göre tavır almakla şekillenmiştir. Bir yanda Ayasofya’yı açan AK Parti, diğer yanda İstanbul Sözleşmesini imzalayan AK Parti… Yani Kötü ile mücadele tek başına iyinin ortaya çıkması için yeterli değildir.