Gazetecileri sevin sevmeyin.
Mesele Ahmet – Mehmet değil.
Her dönem farklı gazeteciler farklı gerekçelerle saldırıya uğruyor veya tehdit edilebiliyor.
Gazetecilerin yazdıklarını, haber tarzlarını, yorumlarını her zaman tasvip etmek mümkün değildir.
Her haberin veya yorumun arkasında bilinen veya bilinmeyen nedenler de vardır.
Bu haber veya yorumlara eleştirel açıdan bakarken planlı, fiili saldırılar karşısında susuyor, göz göre göre gelen saldırılar sırasında tedbirler almıyor, müdahalede geç kalıyorsanız ya işinize geliyordur veya kente karşı sorumluluklarınızda veya görevlerinizde bir savsaklama vardır.
Aynı adamlar iki gün arayla aynı gazeteciye saldırabiliyor.
Devlet, bu olayları önlemez, önlenebilir olaylara seyirci kalırsa dahası bugün ve geçmişte böylesi fiili saldırılarda bulunanlarla devletin saygın makamlarında buluşmaya devam ederse geçmiş olsun.
Sorunun temeli bu aslında.
Geçmişten bu güne adamla gazeteci dövüyor Ankara’da makamlarda.
Adamlar gazeteci dövüyor Zonguldak’ta makamlarda.
Goy goy yapıyorlar.
İhale konuşuyorlar.
Tekrar ediyorum.
Gazetecilerin de haber ve yorum biçimlerini de elbet gözden geçirmesi gerekir.
Kendi yazılarım dışında kimsenin tarzına-haberine- yorumuna kefil olmam.
Eleştiri ve haberlerimizi kişi hak ve hürriyetine saygılı, basın meslek çizgisiyle örtüşecek çerçeveye özen göstermek zorundayız.
Ama işimize gelmeyen şeyler yazılıyor diye herkes gazeteci dövmeye, saldırmaya kalkıyor ve bunları sistemli hale gelecek şekilde yapıyorsa vay memleketin haline.
Başka bir anlayış daha var.
O da basın adına utanç verici.
Geçmişte bunlar çok oldu.
Bir gazeteci saldırıya uğradığında rakibi ‘oh’ dedi.
Emniyete kadrosuz istihbarat danışmanlığı yapanlar oldu.
Bir başka gazeteci saldırıya uğradığında bu defa diğeri ‘oh’ dedi.
Şehirde sevmediği gazetecinin saldırıya uğramasından keyif alan meslektaşlarımız var.
Bu utanç verici bir durum.
Kanlı bıçaklı düşmanımız da olsa bir gazeteciye yapılan fiili saldırı bütün gazetecilere yapılmıştır.
Daha fazlasını söylemeyi vicdani bir borç görüyorum.
Bu saldırılar gazeteciye değil devletin üst düzey makamlarına yapılmış saldırılardır.
Hiçbir sözlü şiddet fiili şiddeti haklı kılamaz!
Gerekçe sayılamaz.
Mazeret gösterilemez.
Bu kural değişmez.
Eğer bir basın meslek örgütü temsilcisi veya gazeteci nefret ettiği bir gazetecinin şu veya bu nedenle saldırıya uğramasından memnuniyet duyuyorsa, üzerine saldıranlara övgüler yağdırıyorsa onlar zaten gazeteci olamamıştır!
Geçmişte yaşananlardan hepimizin dersler çıkarması gerekir.
Türkiye’de her alanda kurallar adamına, çıkarımıza, siyasetine veya memleketine göre değişir hale geldi.
İsteyen, geçmişten bu güne kim olursa olsun basın etiğinden nasibini alamamış isimler olarak üç kuruş daha fazla kazanabilme adına eğilip bükülmeye devam edebilir.
Bunları hem Atilla Öksüz hem de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Zonguldak Temsilcisi olarak söylüyorum.
Gazetecini kamu görevi yaptığını öncelikle bilmesi gerekenler kamu idarecileridir.
Basın özgürlüğü sınırsız değildir ancak basının susturulmaya çalışıldığı yerde herkes susar!
Gazeteciliğin saygınlığını koruma adına samimiyetle nereden başlanması gerekiyorsa ben varım.

Editör: TE Bilisim