Kıvanç Baruönü, son derece ciddi ve büyük bir hassasiyet gösterilerek çekilen komedi filmlerinin hafife alınmasına bir anlam veremediğini söyledi. Baruönü, bu konuda "Yılmaz Erdoğan'ın, Ata Demirer'in, Cem Yılmaz'ın, Tolga Çevik'in disiplini, hassasiyeti kimsede yok. Gerçekten işine dört elle sarılan, komediyi ciddiye alan, hayatla meselesi olan insanlar. 'Yapalım, geçelim, keyfimize bakalım' diyen insanlar değiller. O zaman komedi filmleri nasıl hafife alınır ki?" dedi.

Kıvanç Baruönü...

Filmi başına düşen izleyici sayısı 2 milyon 312 bin 445.

Film çok izlenirse 'iyi yönetmen' midir?
Beklentilerin altında izlenirse de 'kötü yönetmen mi?
Ya kış günü ortalık günlük güneşlikse... İzleyici, kış günü iyi havanın tadını çıkarmak için kapalı yerlere girmek istemiyorsa.
Ya o günlerde memlekette ve dünyada meydana gelen bir olay moralleri yerle bir etmişse.
Ya o film gösterime yanlış bir tarihte girmişse.
Ya izleyiciyle yeterli sayıda salonda buluşamamışsa.
Ya...
Ya...
Milyon dolarların emanet edildiği Kıvanç Baruönü'nün başarılı olup olmadığı pamuk ipliğine bağlı.

Kıvanç Baruönü ile bir yönetmenin iç dünyasında neler yaşadığını, bir filmi çektikten sonra neler hissettiğini, başarıyı, başarısızlığı ve milyon dolarların emanet edilmesiyle yaşadığı gerilimle nasıl başa çıktığını konuştuk. Komedi filmlerinin neden hafife alındığını ve başka konuları da. Ve yeni filmi 'Hedefim Sensin'i...
Kıvanç Baruönü diyor ki; 'Film gösterime girdiği anda bir yönetmen bir sonraki filme kadar yalnız kalır.'
Kıvanç Baruönü diyor ki; 'Komediyi hafife almayın.'
Bu arada 'Baruönü', 'Hisarönü' demek...

YÖNETMEN
Patron Mutlu Son İstiyor
Kocan Kadar Konuş
Görümce
Kocan Kadar Konuş. Diriliş
Arif ve 216
Hedefim Sensin
SENARYO
Kocan Kadar Konuş
GÖRSEL EFEKT SÜPERVİZÖRÜ
G.O.R.A
YAPIM TASARIM
Kelebeğin Rüyası
YÖNETMEN YARDIMCISI
Dansöz

'Sektörde yapmadığın bir iş var mı' diye sordum.
Yokmuş...
Kıvanç Baruönü, Habertürk'ten Mehmet Çalışkan'a anlattı.

Sektörde yapmadığın bir iş var mı?
Habercilik, video klip yönetmenliği, reklam... 25 yıllık bir yolculuk. Bu alanda yapmadığım şey kalmadı. Üniversite yıllarında en büyük hayalim habercilikti. 32. Gün'de muhabir olarak başladım. Özel radyoların gelişmesiyle beraber radyoculuğa oradan müzik sektörünün gelişmesiyle klip yönetmenliğine, reklama, sinemaya uzanan bir yolculuk... Dönüp ardıma baktığımda 'keşke şunu da yapsaydım' dediğim bir şey yok aslında. Her şey adım adım güzel gelişti.

Sinemaya geç mi başladın?
Benim zamanımda Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu'ydu. Daha sonra İletişim Fakültesi oldu. Benim hayalim haberci olmaktı. Muhabir olmayı istiyordum. Üniversite üçüncü sınıftayken muhabir olarak 32.Gün'de çalışmaya başladım. Fakat sonradan işin içine girdikten sonra çok da dışarıdan gözüktüğü gibi olmadığını gördüm. Belki de orada kendimi bulamadım o. Çeşitli sebeplerle oradan uzaklaştım. Ondan sonrasındaysa sinema aslında bütün bir yolculuğun belki de bir sonucu olarak geldi. A Takımı'nda Savaş Ay ile beraber habercilik yaptım çok uzun yıllar, bütün Türkiye'yi dolaştık. Orada gördüklerim yaşadıklarım dokunduğum hayatlar... Arkasından reklam yönetmenliği, sürekli farklı senaryoları farklı hikâyeler. Bunlar beni adım adım bir şeylere hazırladı diye bakıyorum. Hepsi aslında bugünlere yatırımmış.

Sinema kariyerinin başlangıcı 'Dansöz' müdür?
Evet. Savaş Ay'ın bir hikâyesiydi. Savaş Ay'ın çocukluk hayaliydi sinema filmi yapmak. Babasının hikâyesini yapmak isterdi. Bir sihirbazın hikâyesi... O hikâye evrilerek 'Dansöz'e dönüştü. Ben de yanında yamacındaydım. Bir şekilde bu işlere bulaşmış birisiydim. Senaryo yazım aşamasından itibaren beraber yürüdük. Filmde yardımcı yönetmen olarak görev aldım.

Filmlerinin toplam izleyici sayısı 11 milyon 562 bin 205. Ortalaması 2 milyon 312 bin 445. Bu rakamlara 'Hedefim Sensin' dahil değil. Ne hissediyorsun? Bir yönetmen için izleyici rakamları ne ifade eder?
İnandığımız bildiğimiz şeyi yapmaya çalışıyoruz. Bir sonraki filmi yapabilmek adına, yapımcımızla bize güvenen, yatırım yapan kişinin elini güçlü kılmak ve para kazandırmak durumundayız. İzleyici sayısının ne kadar olacağı konusunda bir formül yok. İşimizi en iyi bildiğimiz şekilde yapmaya çalışıyoruz. İzleyici rakamları sinema sektörünü bir yarış içine sokuyor. Ama bu biraz farklı lezzetleri birbiriyle karıştırmaya, yarıştırmaya benziyor. Filmleri birbirleriyle kıyaslamak çok doğru değil. Çünkü duyguları başka. O yüzden de bu yarış yönetmeni de yapımcıyı da yoruyor. Ama ister istemez hepimiz buna çekiliyoruz. Doğal olarak film çekerken 'ne olacak?' stresine giriyorum. Hep kendinizle yarışır hale geliyorsunuz.

En çok izlenen filmin 'Arif V 216'... 4 milyon 96 bin 462 kişi tarafından izlenmişti. Sonraki işlerin bu kadar izlenmezse başarısız mı olmuş olacaksınız?
'Hedefim Sensin' gösterimine devam ediyor. Ne kadar izleneceğini bilemem. 'Hedefim Sensin'den önce yönettiği filmi 5 milyon kişi tarafından izlenen yönetmendim. Bir süre sonra 'Hedefim Sensin'in izleyici rakamıyla anılan bir yönetmen olacağım. Burada kulaklarımızı tıkayıp işime odaklanmamız lazım. 'İnandığım işleri yapıyorum' diyerek izleyici rakamları kıyaslamasına kulak tıkarsak mutlu oluyoruz. Öbürü türlüsü üzerimde çok büyük bir yük oluyor.

Filmlerin gösterimleri ekim - mart arasına sıkışıyor. Ve aslında birbirlerinin önünü kesiyorlar. Örneğin 'Hedefim Sensin'de oldukça sıkışık bir dönemde gösterime girdi. Yönetmen olarak bu soruna nasıl bir çare bulunmasını tavsiye edersin?
Burada iş biraz da yapımcılara düşüyor. Belki yönetmenler de taşın altına elini koymalı. Çünkü gerçekten birbirimizi vuruyoruz. Türkiye'de ne yazık ki çekim dönemi, oyuncuların dizi takvimlerinden, hava koşullarından dolayı yaz aylarında gerçekleştiriliyor. Hal böyle olunca da filmler, gösterime ekim - kasım arasında giriyor. 160 filmi o takvimde peşi sıra vizyona sokuyorsunuz. Seyirci için de çok zor. Ekonomik durum belli. Bir ayda kaç kez sinemaya gidilebilir ki? Bu nedenle izleyici birçok filmi kaçırıyor. Şimdi vizyonda yarıştığım yönetmen ve oyuncu arkadaşlarım var. Daha önce beraber çakışmışız, belki ilerde yine beraber çalışacağız. Ama ister istemez birbirimize rakip oluyoruz. Ben onlardan, onlar benden çalıyor.

Sektörde sezonu yaz aylarına uzatma fikri var ama bir türlü o fikir hayata geçirilmedi...
Yaz aylarında sinemaya rağbet daha az oluyor. Öyle olduğunda da büyük filmleri gösterime yazın sokmak çok riskli. İster istemez filmler kış sezonuna sarkıyor. Sezonu uzatmak gerek ama nasıl olacağını bilmiyorum.

Senin başarında çok çalışmanın mı yeteneğinin mi daha çok payı vardır?
Başarı tek başına elde edilmiyor. En önce de işin hakkı neyse size onu sağlayacak bir yapımcı gerekiyor. Ardından da inandığınız bir hikâye bulmanız... O yapımcı ve o hikâye yoksa o işler yönetmen ve oyuncularla yürümez. Ben çalışkanımdır. Araştırmayı çalışmayı, sete hazır gitmeyi, mutlaka kafamda o sahneyle ilgili alternatifler yaratmayı severim. Ama şansım da var. Doğru projelerle buluştum, doğru yapımcılarla buluştum. Sevdiğim insanlarla sevdiğim işi yapıyorum. O da büyük şans.

Hiç kimse durduk yerde milyon dolarlık işleri 'Al Kıvanç yönet' demez herhalde. Burada şans faktörü nerede?
Onu işte ben söyleyince tuhaf olur. Ağırlıklı olarak kendi hikâyelerini çeken bir yönetmen değilim ama 'Bu senaryomuz, al çek' denilecek sipariş bir yönetmen de değilim. Hikâyenin en başında olmak isteyen bir yönetmenim. O hikâyeyi evirip çevirmeyi ters yüz edebilmeliyim. Beraber konuşabileceğim, anlaşabileceğim senaristlerle, oyuncularla, yapımcılarla çalışmayı seviyorum. O yüzden de başkasının senaryosunu arkasında dimdik ayakta durabileceğim bir hale getirene kadar uğraşıyorum. Bu çalışkanlıkla mı, arkasında durmakla mı, kendinden bir şeyler vermekle mi ilgilidir? Bu galiba yapımcıya ve beraber çalıştığım oyunculara geçiyor ki beraber bir şeyler üretelim motivasyonu oluşuyor.

Yapımcılar ve oyuncular senin çok uyumlu bir insan olduğunu söylüyor. Gerçekten öyle misin yoksa abartıyorlar mı?
Ben dinlemesini seviyorum. Karşı tarafın hayalini en doğru şekilde aktarabilmek için onu dinlemem gerekiyor. Türkiye'de en büyük problemimiz bu. Telaşlar içerisinde birbirimizi dinlemeyi unuttuk. O arkadaşların uyum diye sana anlattıkları şey belki de bu. İlla 'benim dediğim doğrudur' diye yaklaşmıyorum. İyi bir fikir olduğunda, doğru bir şey söylendiğinde hemen her şey den vazgeçip o yöne yüzünü çevirecek biriyim. Senelerce de reklam filmlerinde çok tecrübem oldu. Bir ürünün tanıtımını yapıyorsunuz. Orada egolardan sıyrılıp doğruları bulmaya çalışır, herkesi dinlemeyi öğrenirsiniz. Biraz da bu aslında setteki becerinin ötesinde diploması işidir. 'Sinema geç mi girdin?' diye sormuştun ya... İşte bunları öğreniyordum. Bu yolculuğun sonunda da uyumlu biri olduğum söyleniyor.

Filmi çektin bitirdin. Sonra çekim sonrası işlemleri yapıyorsun. Onlar da bitti. Sonra ne oluyor? Bir yönetmen her şey bittikten sonra filminin vizyona girmesini beklerken nasıl bir ruh halinin içinde olur?
Bu o kadar zor bir şey ki... Galada filmdeki herkes 'Neler yapmışız' diye bakarken ben 'neleri yapamamışım, ah keşke şunları da yapsaymışım' diye düşünüp koltuğun içerisinde kaybolmak isterim. O çok zor bir şeydir. Herkes sizi alkışlarken siz o alkışların altında belki de onların hiç bilemeyecekleri, göremeyecekleri bir sahnedeki bir şeye takılır 'şöyle yapsam daha iyi olurdu' dersiniz. O keşkeler bizi sonrasında götürüyor. Bu da iyi bir şey. Öteki türlü zaten yaptığıyla yüzde yüz mutlu olan birisini hayal edemiyorum. Yok böyle bir şey. Örneğin 'Hedefim Sensin', 8-9 ayımı aldı. Hayatınızdan bir seneyi veriyorsunuz. Gece-gündüz onunla yatıp kalkıyorsunuz. Bu bir çocuğu büyütmek gibi... Doğum sanıcılarını görüyorsunuz, onu yetiştirmeye çalışıyorsunuz en iyisi olsun istiyorsunuz. O çocuk, gala günü ayaklanıyor ve kendi başına koşup yürümeye başlıyor. Ondan sonra yapabilecek bir şeyiniz yok aslında. Eliniz kolunuz bağlanıyor. Ondan sonra yönetmen yalnızlaşıyor. O kısmı zor. Çünkü sette öyle bir şey ki, yüz kişi ağzınızdan çıkacak bir şeye bakıyor. Sizinle beraber bir hayalin peşine düşüyor. Set bitiyor, post aşamasında bir başka ekip dahil oluyor. Herkes sizle beraber. Sonra gittikçe o kadro azalıyor ve tek başınıza kalıyorsunuz. Yeni bir hayal önünüze düşene kadar yalnızlık evresi yaşıyorsunuz.

Komedi filmlerinin yönetmenin zorlayan tarafları nelerdir? 'Komediyi oynamak zordur, çekmek zordur' denir. Nedir zor tarafı?
Esprinin bir zamanlaması var. Bu kimsenin formüle edebileceği bir şey değil. O espriyi patlatmak için bir zamanlama, bir tempo vardır. O tempoyu, o ritmi bulmak en önemli şey. Bir de ben nedense kendi çocukluğumda sevdiğim hâlâ da çok beğenerek izlediğim bir ekol var. O bana çok sıcak geliyor. Sadece salt komedi değil bu. Aynı şeyleri tekrar ediyor gibi oluyoruz aslında ama herkese iyi geliyor. Arzu Film ekolü.. Ertem Eğilmez. Biz o filmlerle büyüdük. Televizyonda gördüğümüz zaman seyrediyoruz. Basit insanların sıradan hikâyeleri aslında salt komediden beslenmiyor. Biz onların acılarını da görüp beraber hüzünleniyoruz. Kalplerde gerçek kılıyor. O tür filmleri daha çok seviyorum. Kendim de filmlerde o duyguyu yakalamaya çalışıyorum. Sadece komediyle sadece gülerek salondan ayrılması bana seyirci cebinde bir şey götürmemiş gibi geliyor. O tür filmlerde komedinin içerisindeki bir sahne sizi alıp başka bir yere götürebiliyor, kendi evinizde başka bir yere dokunuyor. Ona daha çok kıymet veriyorum. Beraber çalıştığım bütün arkadaşlarım da benimle bu duyguyu paylaştılar. Oralarda ortak bir nokta bulduk.

İzleyici komedi filmlerine 'Çok güleceğim, çok kahkaha atacağım' diyerek şartlı gidiyor. Hayal ettikleri kadar gülmezlerse 'Film kötü' derler. Bu baskıyı nasıl bertaraf ediyorsun?
Az önce sen söyledin. Benim için 'Komedi filmlerinin yönetmeni olarak anılıyorsun' dedin. Komedi filmi ve bu türde yer alan herkes hafife de alınıyor. Galiba ben o hafife alınmayı kırmak istiyorum. Oysa komedi çok ciddi bir iş. Bu kelimeyi kim bilir kaç kişi kullandı ama... Yılmaz Erdoğan'ın,
Ata Demirer
'in, Cem'in Yılmaz'ın, Tolga Çevik'in disiplinini, hassasiyeti kimsede yok. Gerçekten işine dört elle sarılan, komediyi ciddiye alan, hayatla meselesi olan insanlar. 'Yapalım, geçelim, keyfimize bakalım' diyen insanlar değiller. O zaman komedi filmleri nasıl hafife alınır ki? Onların o ciddiyetini gördüğümde de yaptığım işe daha dört elle sarılıyorum. Hiç de hafife alınmayacak bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Röportaja başlamadan önce sen söylemiştin. Yılmaz Erdoğan'ın 'Gülmesini bilmeyen insanın ağlamasından bir şey olmaz' sözünü... O yüzden galiba hayatı bütün bu duygularıyla olanca açıklıkla yaşayabilmemiz gerekiyor. Komedi filmleri bu yolu açıyor.

En çok komedi filmleri izleniyor. Peki komedi filmlerini kimler hafife alıyor ki?
Kalem oynatanlar mı? Bilmiyorum. Kanaat önderleri mi? Bilmiyorum. Toplum olarak biraz iki yüzlüyüz de. Müslüm Gürses, Orhan Gencebay dinlemeyiz diyenler şarkılarına eşlik ederler ama. Komedi de biraz bu var. Komediye 'Ay komedi, ay çok çekiliyor. Türk Sineması bu mu?' sözleriyle burun kıvıranlar diğer türlere de gitmiyor ama...

Bize Demet Akbağ ile Ata Demirer'i anlatır mısın?
'Görümce' filminde bir sahne vardı. Demet Akbağ, 'Feriştah' karakterinde bir falcıyı oynuyordu. Gupse Özay'ın oynadığı karakterde arkadaşlarıyla birlikte ona fal baktırmaya gidiyorlar. Demet Akbağ, konuk oyuncu. Gupse, böyle ağzını açmış Demet Akbağ'ı seyrediyor. Sürekli Gupse'yi cimciklemek zorunda kalıyordum 'Kendine gel' diye...

Demet Akbağ, kendi döneminde de en çok filmde oynayan oyuncusudur...
Evet, aynen öyle. Demet Akbağ, bazı sahneler öncesinde elleri buz kesiyor. 'Yapamayacağım, olmayacak galiba' diye stresten ağlıyor. 'Bu karakter şöyle mi olmalı böyle mi olayım? Anlaşılacak mı? izleyiciye o duygu geçecek mi?' diye endişelenir. Neden? En iyisini aradığı için. Bugüne kadar cebinden o kadar çok karakter çıkarmış ki. Her yeni içinde yeni bir karakter çıkarmak çok zor. Bence tüm genç oyuncuların da örnek alması gerekir. Bunca kariyerine rağmen yönetmene güvenir, yönetmene teslim olur. Mesela bu yönü beni çok heyecanlandırmıştı. Ata'nın öyle bir enerjisi, aurası var ki... Sosyal medyasına baktığınızda, negatif bir şey göremiyorsunuz. Hayata bütün o hırs gözlüklerini çıkarmış, egolarından arınmış birisi olarak bakıyor ve herkesi olduğu gibi kabul ediyor. Hayatla barışmış. Yaptığı işin iyisini yapmaya çalışıyor. İçine sineni, inandığını yapıyor. Kendi hikayelerini anlatıyor, kendi cebindeki karakterleri sunuyor.

Kaynak: Habertürk

Editör: TE Bilisim