Zonguldak çarşı merkezine çok yakın, Yeşilkent Sitesi ile Demirci Çarşısı arasındaki kalan ormanlık alanda, duvarlarına tarihin izleri kazınmış, başıboş, bakımsız ama görkemli bir köşk yılların verdiği terk edilmişlik yorgunluğu içinde beklemektedir.
Zonguldak maden tarihiyle yaşıt hikayesi olan köşkün serüvenini özgeçmişiyle kaleme alıyoruz…
Osmanlı'nın kömüre el atması, 1848 yılından sonra gerçekleşmiş, Ereğli ve Kozlu'yu da kapsamak üzere bu yöredeki ocakların işletimi, Hazine-i Hassa tarafından, "Galata Sarrafları"denilen, çoğunluğu Osmanlı uyruğundaki İngiliz bankerlerin oluşturduğu "The Coal Company (Kömür Şirketi)" adlı bir şirkete verilmişti. Bu şirkete, yerin yedi kat dibinde kayaları kıracak, oradaki kömür söküp alacak işi bilen işçiler çalıştıracaktır. Çevre köylerin insanları bu işlerde deneyimsiz oldukları için, İngiliz Şirketi, Hırvatistan, Sırbistan ve Karadağ'dan işçi getirtme yolunu seçer.
Karadağ'da ekonomik sıkıntılar yaşanıyor ve halk yoksulluk içindedir. O yıllarda bir prenslik olan Karadağ'da yaşayan bir aile bu durumu kullanmak için yollara koyulur… Üstelik İngiliz şirketi, Karadağ'da kömür veya taş ocaklarında çalışmış olanları tercih etmektedir. 1950 yılında Karadağlı İsmail Ağa ve Hacı Ahmet Ali kardeşler, uzun bir kara ve deniz yolculuğundan sonra İngilizlerin işlettiği şehre kaçak girmenin korkusu ile şimdiki Fener mahallesinin tünelağzı mevkisindeki küçük kayalıkların olduğu koydan ayak basarlar. (Bu noktaya yıllar sonra torunları Kadir Barlı tarafından bir anıt yapılacaktır)
İsmail Ağa başka bir ocakta kardeşi Ahmet Ali, Kozlu'da ocak amelesi olarak işe başlar tam 55 yıl ocaklarda çalışır, sabahları gün ağarmadan ocağa girip, günbatımına kadar güneş yüzü görmeden…
Kozlu, Üzülmez, Kilimli, Çaydamar, Baştarla ve diğer bazı ocaklarda alın terini akıtarak önce ocak çavuşluğuna, sonra başçavuşluğa getirilen Ahmet Ali,büyük bir azimle, sabırla, aklıyla ve bileğinin gücüyle yıllar sonra emeklerinin karşılığını alır, maden ameleliğinden yükselip maden sahibi olur. Zonguldak vilayeti kayıtlarında,"Zonguldak ve çevresinin ilk Müslüman madencisi" diye de adı geçer. Bir de onun için,"Kömür damarını en iyi koklayan adam" benzetmesi de kullanılır.
Ahmet Ali Kilimli'de bulunduğu sırada, oranın yerli ailelerinden birinin kızı olan Havva ile evlenir, mutlu bir evlilikleri olur. Eşine hep "Sultanım"dediğinden, zamanla Havva ismi unutulur, "Sultan Hanım"ismi bellenir. Yaşamlarının sonuna kadar birlikte oldukları bu evlilikten ikisi kız, altı çocukları olur: Yaş sırasıyla, Ayşe, Ali, İsmail, Necibe, Mustafa, Süleyman Sırrı.

BARLI KARDEŞLERİN EN KÜÇÜĞÜ "SÜLEYMAN SIRRI…"

Süleyman Sırrı, Babası Ahmet Ali Ağa'nın Zonguldak çarşısı içindeki evinde1880 sonlarında doğar.
Bu ev, bugünkü Gazipaşa Caddesi üzerinde, İstanbul Pastanesi'nin karşısındaki Ziraat Bankası'nın bulunduğu yerdeydi; giriş katı kâgir, üst katları ahşap, üç katlı bir binadır. Bu bina 1980'li yıllarda yıkılır yerine şimdiki Ziraat Bankası yapılmıştır.
Ahmet Ali Ağa, sağlığında malını, mülkünü çocukları arasında paylaştırmak istemiş, ancak bunu gerçekleştirememişti. Ancak bâzı vasiyetleri vardı. Ölümünden sonra, çocukları onun vasiyetine uyarak, bu paylaşımı hakça yaptılar.
Kömür madeninin durumunu görüşmek üzere de, Ahmet Ali Ağa'nın dört oğlu, Ali, İsmail, Mustafa ve Süleyman Sırrı bir gün babalarının Acılık Caddesi 4 numaralı yazıhânesinde toplandılar. Bu toplantı sırasında Süleyman Sırrı şöyle der kardeşlerine:
"Biliyorsunuz, ben bu ocak işlerinin girdisini çıktısını iyi bilirim. Babam bu mevzuda bana çok şey öğretti. Ocağımızı satarsak bizim için lâf ederler, bu işi yürütemediler derler; ben bu lâfı dedirtmek istemem. Bu yüzden, ben satılmasından yana değilim. İsterseniz idâreyi bana bırakın ki bu işte kâfi tecrübem var, kazanılan parayı hakça paylaşalım."
Konu biraz tartışıldıktan sonra karar verilir: Süleyman Sırrı bu işi üstlenecek, her ay kardeşlerine birer hesap hülâsası vererek kömürden olan kazançları eşit olarak paylaşılacaktır.
Böylece, ailenin en küçük oğlu Süleyman Sırrı işlerin başına geçer, babasından kalan kömür ocaklarını, ülkemizdeki tüm madenlerin devletleştirildiği 1940 yılına kadar yönetir.
Süleyman Sırrı Barlı ve kardeşleri Zonguldak'ta bir çok mülk edindiler, Evin en küçüğü olan Süleyman Sırrı 1963 yılında vefat ettiğinde İstanbul'da yaşıyordu ve bütün kardeşlerini de bu tarihe kadar kaybetmişti. Hiç çocuğu olmadığı için de etrafında yakın varisleri yoktu.
Süleyman Sırrı'nın iş hayatındaki en büyük yardımcısı, ablası Necibe'nin oğlu, yâni yeğeni Mustafa Tamer'di. Zonguldak'ta 1970'li yıllarda Belediye Başkanlığı yapmış olan Mustafa Tamer, gençlik yıllarından beri dayısının hep yanında olan, onun maden işleriyle ilgili hesaplarını büyük bir titizlikle tutan kişiydi. Onun âdeta vekili gibiydi.
Süleyman Sırrı, yaşlandığında, malını mülkünü bırakacağı kişi olarak Mustafa Tamer'i seçtiği belirtilir. Zonguldak'ta babadan kalan büyük bir araziyi, bir arsayı ve evini, Çaycuma'daki köşkünü ve değirmenini, İstanbul'da Taksim'deki dairesinden boşalttığı son derece lüks eşyalarını Tamer ailesine bırakır. Daha doğrusu, Zonguldak ve Çaycuma'da nesi varsa, hepsini Mustafa Tamer'e verir, kendisi de son nefesi verdiği Florya'daki köşküne yerleşmiştir.
Şimdi duvarlarına tarih yazılmış bu köşk kaldı… Varisleri uğrak edinmese de kendisine dokunacak yardım elini bekler gibi…
Son duyumlara göre bir el uzatılmış, dokunacak gibi… Aman haa, Sahibi kimler olursa olsun, yeni sahipleri kimler olursa olsun " tarih yazan duvarlarına bir zarar gelmesin" emii!!!

 

Editör: TE Bilisim