Torun Center inşaatında 10 işçinin iş cinayeti sonucu hayatını kaybetmesi ve çalışırken can güvenliği istedikleri için BEDAŞ işçilerinin işten çıkarılması üzerine, DİSK’e bağlı Enerji-Sen, işten çıkarılan işçilerle birlikte 10 Eylül 2014’te SGK Osmanbey Sosyal Güvenlik Merkezi binasını işgal etmişti. Eylemde 15 işçi gözaltına alınmış, daha sonra işçiler hakkında kamu dava açılmıştı.

Haklarında dava açılan 14 işçiye geçtiğimiz günlerde 3 yıl 4 ay, Enerji-Sen Genel Sekreteri Süleyman Keskin’e ise 4 yıl hapis cezası verildi.

Sendika.Org’a konuşan Süleyman Keskin, işçi sağlığı ve güvenliğini savunmanın suç olamayacağını ifade etti.

Öncelikle şunu sormak istiyorum; BEDAŞ işçileri neden işten atılmıştı ve atılan işçilerle nasıl bir direniş örgütlediniz?

BEDAŞ, yoğun şekilde iş kazalarının ve cinayetlerinin yaşandığı yerlerden biriydi. Ve bu birimde çalışan arkadaşlarımız kesme ve bağlama işlemi yapan kişilerdi. Yüksek gerilimde vs. çalıştıkları için porselen tornavida ve yanmaz eldiven talep ettiler. “Bir milyoncu dükkanı” olarak tarif edilen, ucuz ürünlerin satıldığı dükkanlardan alınan eldiven ve kontrol kalemleriyle sağlıklı işlem yapamayacaklarını söylediler. Bu gerekçe ile de 20’ye yakın işçi BEDAŞ tarafından işten atıldı o dönemde ve direniş başladı. Bu direniş sürdüğü esnada (13 Mayıs 2014) Soma Katliamı yaşandı ve 301 işçi hayatını kaybetti. Hemen ardından Torunlar Center’da (6 Eylül 2014) 10 inşaat işçisi asansörün çakılması sonucu hayatını kaybetti. Hemen yanı başımızdaydı yaşanan facia, biz Taksim’deydik. Bu yaşananlar kendi mücadelemizden farksız değildi.

Ve işçilerle birlikte SGK Osmanbey Şubesi’ne gittiniz…

Evet. Türkiye’nin AKP ile beraber yükselen yeni sermayesinin kâr hırsı her gün işçi arkadaşlarımızı öldürdüğünü gördüğümüz esnada buraya dikkat çekmek ve kendi yaşadığımız sorunla gündeme getirme ihtiyacı hissettik. Bunu da yaparken birçok şikayette bulunduğumuz SGK binalarında hiçbir karşılık alamayıp geri döndüğümüzde bir basın açıklaması yaparak bu konuya dikkat çekmek istedik.

Arkadaşlarımız ile beraber SGK Osmanbey binasına girdik ve burada bir eylem gerçekleştirdik. Binanın penceresinden “Türkiye’nin yeni sermayesi madende, inşaatta enerjide işçileri öldürüyor”, “Atılan işçiler geri alınsın” yazan pankart açtık. Sonrasında kapıda basın açıklaması yapıp çıkmayı düşünüyorduk. Açıklamaya DİSK Genel Merkez yöneticilerinden Arzu Çerkezoğlu ve rahmetli Celal Ovat da katılmıştı. Polisler tarafından açıklama yapmamıza izin verildiği halde polis saldırısı ile gözaltına alındık.

“TALEPLERİMİZ DİKKATE ALINSAYDI ENERJİ İŞ KOLUNDA 2018’DE 60 İŞÇİ ÖLMEYECEKTİ”

Sonrasında hakkınızda bir kamu davası açıldı. Dava sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sizin de dediğiniz gibi hakkımızda bir kamu davası açıldı. SGK Osmanbey Şubesi ve polis şikayetçi olmuştu ilk başta, sonradan şikayetlerini geri aldılar. Davaya dair şunu vurgulamak istiyorum aslında; işçi sağlığı ve güvenliği açısından pratik söylemin dışında bu işe dair somut eylemlerin yapıldığı ilk işlerden bir tanesidir bu eylem. Ermenek’te madenciler göçük altında kaldığında (28 Ekim 2014) iş cinayetlerinin en fazla yaşandığı iş kollarının sendikaları olarak Limter-İş Sendikası ve Dev Yapı-İş ile beraber Çalışma Bakanlığı önünde eylem gerçekleştirerek bakanlık kapısını mühürledik.

Bu yüzden işçilerin yaşam hakkını savunmak her şeyden önce suç değildir. Bunu suç olarak görmüyoruz. Verdikleri ceza işçi sağlığı ve güvenliği mücadelesine verilen bir ceza. Bu tip eylemlerin ardından demokratik ülkelerde Çalışma Bakanlığı devreye girer ve çalışma hayatını denetlemesi gerekir ama bizde maalesef Çalışma Bakanlığı yerine Adalet Bakanlığı devreye girip bu tür durumları görünür kılmaya çalışan ne kadar insan varsa bunlarla ilgili dava açıyor.

3. havalimanı işçilerinin yaşadıklarına hep birlikte şahit olduk. Tahta kurularının içinde yaşayan işçilerin yanına normalde Çalışma Bakanlığı müfettişleri gitmesi gerekirken kolluk güçleri gitti. Bu süreci örgütlemeye çalışan sendikacı arkadaşlarımız tutuklandı. Aylarca hapishanede kaldılar. Biz bu mücadelenin sendikacılık görevimizden ziyade insanlık görevi olduğunu düşünüyoruz.

O gün talepleriniz dikkate alınmış olsaydı bugün sonuç nasıl olurdu?

Bugün geldiğimiz noktada yaklaşık 2000 işçi arkadaşımızın iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği bir süreci yaşıyoruz. O gün sesimize kulak vermiş olsalardı, o dönem açısından yılda 35 enerji işçisinin hayatını kaybettiği bir dönemden her yıl ortalama 60 civarında enerji işçisinin hayatını kaybettiği bir döneme gelmemiş olacaktık. Biz orada bir durumu ve sonu gördük. Buna da dikkat çekmek istedik.

Türkiye’deki sınıf mücadelesi açısından ise yeni dönem başlıklarından biri olarak, bir sendikanın görevini şöyle tarifliyorduk: Emekten yana, demokratik talepleri savunan sendika iyi bir sendikadır. AKP ile birlikte sermayenin bu kadar arsız ve pervasızlaştığı bir dönemde iyi bir sendika nasıl bir sendikadır diye sorulduğunda, üyeleri sabah işe gitmek için evden çıktıklarında burunları dahi kanamadan eve döndüren sendika iyi bir sendikadır. Onların iş kazalarına kurban gitmediği, iş cinayetinde ölmediği bir sendika iyi bir sendikadır diye yorumluyoruz.

Enerji-Sen işçi sağlığı ve güvenliği için nasıl çalışmalar yapıyor?

Öncelikle 5 kişilik yönetim kurulumuzu 7’ye çıkararak bir birimimizi “İşçi Sağlığı ve Güvenliği Sekreteryası” olarak belirledik. Çünkü ağır ve tehlikeli iş kollarından birinde çalışıyoruz. Bu anlamda tüm sendikalar açısından ilk olanı yaptık. Sadece raporlama ile sınırlı kalmayıp BEDAŞ’ta yürüttüğümüz mücadele de, işçi sağlığı ve güvenliği açısından, söylemden çok mücadele araçlarını kurmaya yönelikti.

Türkiye’nin dört bir yanında sayısız grevler ve direnişler örgütledik. İş kolumuzda grev yasağı olmasına rağmen grev örgütledik. Soma Katliamı yaşandığı esnada o dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız’dı. Yaptığı açıklamada “Biz işçilere yasa yaptık. Can güvenlikleri tehlikeye girdiği esnada çıksınlar işi gücü bırakıp gitsinler diye. Ama işçi arkadaşlar bunu yapmamış” dedi. Doğru söylüyor. 6331 sayılı yasada böyle bir ibare var.

Madde, “İşçilerin can güvenliği söz konusu ise grev yasağı olmasına rağmen işi bırakabilir” diyor. Ama kağıt üstünde. İşverenler tarafından işçi sağlığı ve güvenliği eğitimleri verilmek zorunda ama maalesef eğitimlerin bu kısımları hiçbir işçiye anlatılmaz. Orada verilen eğitimlerde işin sağlıklı şekilde nasıl yürümesi gerektiği anlatılır. Biz birçok ilde örgütlü olduğumuz her yerde işçi sağlığı güvenliği konusunu hemen gündemimize alıp eğitim konusu haline getirip bu işin fiili mücadelesini nasıl örgütleriz diye tartışıyoruz. Tunceli’den İzmir’e kadar dört bir yanda imza kampanyaları örgütledik. İşçi sağlığı ve güvenliğini mücadele başlığı olarak en başat konu haline getirdik.

“GÜNDELİK HAYATTA BU KAZALARIN YAŞANMASININ TEMEL NEDENİ: ÖZELLEŞTİRME”

Peki sizin iş kolunuzda gündelik hayatta bu kazaların yaşanmasının temel nedeni neler sizce? Siz bu konuda nasıl örneklerle karşılaşıyorsunuz?

Bu sorunun cevabı kesinlikle özelleştirmedir. Devlet döneminde 4 kişinin yaptığı işi şu anda özel sektörle daha az işçiyle yapılıyor. Örneğin, arıza bakım onarım ekipleri en az 4 kişi olması gerekirken, okuma ve kesme bölümleri 2’şer kişi olması gerekirken şu anda 2 kişi bir arıza sorununa bakabiliyor.

Normalde yanlarında bir mühendis, bir şoför, 2 tane ise EKAT belgesi (Elektrik Kuvvetli Akım Tesislerinde Yüksek Gerilim Altında Çalışma İzin Belgesi) bulunan işçinin gittiği işlerde şimdi ne konuya hakim bir mühendis ne de aracı kullanması için şoför var. İşçi, arabayı park edip direk tepesine çıkıp dağıtım şirketlerinin enerji bir an önce verilsin de enerji satılmaya devam etsin diye işçiyi sürekli “Halen veremediniz elektriği” diye taciz ettiği bir biçimde işçiler çalışıyor. Bu bile kazalara ve iş cinayetlerine bir sebep.

Bu işçilerin hayatlarına baktığınız zaman en yüksek maaşı alan işçi 2800 TL maaş alıyor. Bunu da işverenler, sarı sendikalar aracılığıyla yapıyor.

Yaşanmış bir olaydan örnek vereyim. Bir işçi binada çalışırken gözü kararıp başını merdivene vurup düşüyor. Baygın şekilde 4-5 saat yattıktan sonra kendine gelip tedavisi için hastaneye gidiyor. Böyle durumların yaşanmaması gerekiyor.

Bir direk tepesinde ölümle burun buruna çalışan işçi evin kirasını, çocuğunun okul parasını, faturaları düşünmemek zorunda. Ama aldığı ücrete bakıldığında kafasında sürekli bu sorular var. Bu dalgınlık da hayatlarına mal oluyor. Eskiden devlet döneminde çok netti herkes aynı ücretli alıyordu. 4000 TL gibi bir rakam alıyordu işçiler. O dönem taşeron çalışıyorlardı, sendikaları yoktu, şimdi “kadroları” var, sendikaları var, toplu iş sözleşmeleri var ama mesailerle beraber en fazla 2800 TL alıyorlar. Bu da işçi sağlığı ve güvenliği meselesi.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Gelinen süreç açısından biz haklıyız, biz bunu söylemeye devam edeceğiz. Sadece kendi iş kolumuzda değil tüm iş kollarındaki iş cinayetlerinde ölen arkadaşlarımızın hesabını sormak durumundayız. İş cinayetlerinin önüne geçebilecek düzenlemeler yapılması için mücadele etmeye devam edeceğiz.

“EKMEĞİMİZ İÇİN ÇALIŞTIĞIMIZ İŞ YERİNDEN TABUTLA ÇIKMAK İSTEMEDİK”

Ceza alan işçilerden biri de Sendika.Org’a konuşarak şunları söyledi:

Ekmeğimiz için çalıştığımız iş yerinden tabutla çıkmak istemedik. Bu yüzden işten çıkarıldık. BEDAŞ yönetimi, iş güvenliği talebimize böyle karşılık verdi. Bu da yetmedi, mahkeme ve hapis yolunu açtılar. Hiçbir şekilde uzlaşma olmadı sadece baskı ve sindirmeye maruz kaldık hakkımızı istedik. Daha çok haksızlığa uğradık. Bu ülkede işçi ve emekçiye verilen önem orta çağda kölelere verilen imtiyazdan hiçbir farkı yok

Kaynak: sendika63

Editör: TE Bilisim