Dağlık ve kayalık coğrafi yapıya sahip şehrimize ‘merdivenli şehir’ yakıştırması güzel uymuştur. Dik rampalar üzerine kurulan mahalleler, caddeler ve bağlantı yolları zor belediyecilik hizmeti gerektirmektedir. Yaya ulaşımının zorluğu kadar taşıt ulaşımı da, dar ve dik yokuşların arasını bağlayan virajlı yollarla mümkün olmuştur. Bu şartlar altında şehir içi taşımacılığı geçmişimize bakıp, hafızalarda kalan ufak kırıntıları hatırlatmak, geçmişte yaşadığımız küçük ayrıntıların günümüz yaşam koşturması içinde ne kadar özlem çektiğimizi göstermek adına birkaç paragraf ile kaleme almak istiyorum.
Kömür kentimizde şehirlerarası ulaşımın tarihi gibi şehir içi ulaşımının tarihide yenidir. Geçmişte karayollarının, toplu taşıma araçlarının ve otobüs ve dolmuş taşımacılığının yetersizliğinin getirmiş olduğu açığı, Tren ve şirket araçlarıyla yapılan taşımacılık uzun bir dönem karşılamıştır. 1970 yılından önce doğan her çocuk EKİ ’nin (Ereğli Kömürleri İşletmesi) servislerinden faydalanmış, eğitiminin büyük bir bölümünü bu servis araçları sayesinde tamamlamıştır. Belediyeciliğin gelişmesi, toplu taşıma araçlarının sayılarının artması sayesinde ulaşım sorunu, sorun olmaktan çıkmaya başlamış, zamanı ulaşıma göre değil de, ulaşımı zamana göre kullanmamıza dönüştürmüştür.
1960’lı ve 70’li yıllarda istediğiniz yere, istediğiniz zamanda gidemezdiniz. Bazı mahallelere dolmuş hiç çalışmaz, belediye otobüsleri de az sefer yapardı, genelde yaya olarak intikal edilir, gözüne kestiremeyenler duraklarda dakikalarca beklerlerdi. Akşam saatlerinde hiç araç bulunmaz, insanlar iş ve ziyaretlerini ona göre ayarlar, bu durumda çoğu ziyaretlerde misafir gidilen evlerde yatıya kalınırdı. Bu zorunluluk aksine mutluluk getirirdi, akrabalık, dostluk ve paylaşımın zirve yaptığı mutlu yıllardı çünkü…

TÜNELDE TRENE YAKALANMA HİKAYESİ…

Kara vasıtalarının az olduğu eski yıllarda, insanlar mecburen tren yolunu yaya yolu olarak kullanmayı tercih eder, geçit bariyer noktalarındaki görevliden tren saatini öğrenip tünellerden geçeceği zamanı ona göre ayarlarlardı. Yaz aylarında yoğunluk artardı, ister istemez İşin içinde trene tünelde yakalanmakta var tabi…

Zonguldak’ın en uzun tüneli bin 1487 metre olan istasyondan girilip tünel ağzı (Tersane) mevkisinden çıkan tüneldir. Genelde el lambası ile geçerdik, el lambası her zaman bulamazdık, meşale yapardık, bir tane yetmezdi, 3 meşale hazırlayıp tünele girerdik. Trene yakalanma korkusundan ne kadar koşmak istesek de, koşamazdık. Demiryolu kenarları çukurlu, çakıllı ve topraktan süzülen yeraltı sularından dolayı ıslak olurdu. Ray aralarındaki traverslerin üzerine basarak yürürdük, aralıkları kısa olduğundan koşma imkanı olmaz, hızlı ve kısa adım atarak yürüme şampiyonası yapardık. 12 traverste bir uzun açıklık olur, oda adımların bozulmasına sebep olurdu.
Tek korkumuz trene tünelde yakalanmaktı, 100 metrede bir sığınak olsa bile panik halinde sığınağa girmek mücadele isteyen bir işti.
Tünelde trenle karşı karşıya gelmenin, masallardaki canavar ile karşı karşıya gelmekten bir farkı yoktur. Üstelik masal değil, gerçeğin tam ortasındasınızdır. Kapkara yoğun dumanı ve yanlardan bıraktığı sintine buharıyla beraber, görünmeden duyulan uğultulu, kükreyen sesiyle birlikte tam bir kabustur. Yaklaşırken önünde oluşan hava basıncının rüzgarı, geçtikten sonra arkasında bıraktığı is, duman ve buharla kendinizi cenderenin içinde bulursunuz, tabi sığınağa kaçabilirseniz. Arada yakalandıysanız, yere tam siper yapıp, kulağınızın dibindeki rayların üzerinden demirin demire sürterek gıcırdadığı sesleri, bildiğiniz bütün duaları okuyarak ve tehlikenin geçmesini temenni ederek, yatarsınız. Bu noktadan sonra kıyafetleriniz için yapacak bir şey kalmamış oluyor tabi…

 


Alıntı: Yüksel Yıldırım
Zonguldak Nostalji

Editör: TE Bilisim